İçeriğe geç

Sök tak değişen midir ?

Sök Tak Değişen Midir? Erkek ve Kadın Yönelimlerinin Rasyonel ve Duygusal Çerçevede İncelenmesi

Giriş:

Feminist teoriler ve toplumsal cinsiyet çalışmaları, insan davranışlarının biyolojik determinismden bağımsız olarak sosyo-kültürel süreçler aracılığıyla şekillendiğini savunur. Bu perspektiften bakıldığında, erkeklerin ve kadınların farklı biçimlerde davranışsal ve duygusal yönelebildikleri söylemi sorgulanabilir. Erkeklerin “rasyonel” ve kadınların “duygusal” olarak tanımlanması, toplumsal cinsiyetin geleneksel kalıplarına dayanan ve çağdaş akademik tartışmalarla temellendirilen bir iddiadır. Bu yazı, kadın ve erkek arasındaki farklılıkları tarihsel bir perspektifle ele alarak, toplumsal yapılar içinde bu yönelimlerin ne ölçüde değişkenlik gösterdiğini tartışmayı amaçlamaktadır.

Toplumsal Cinsiyetin Tarihsel Arka Planı:

Toplumsal cinsiyet rollerinin tarihsel temelleri, kadının ev içi iş gücüyle özdeşleştiği ve erkeğin ise dış dünyada, kamu alanında yer aldığı bir yapıya dayanır. 19. yüzyılın sonlarına kadar bu ayrım, biyolojik determinist bir bakış açısıyla kabul görmüştür. Ancak 20. yüzyılın ortalarına doğru, feminizm ve toplumsal cinsiyet teorileri, erkek ve kadının biyolojik olarak belirlenen “doğal” farklarının toplumsal inşalarla şekillendiğini savunmuş; bu ayrımın büyük ölçüde kültürel ve toplumsal yapılar tarafından üretildiği ileri sürülmüştür. Erkeklerin “rasyonel-analitik” ve kadınların “duygusal-sosyal” olarak etiketlenmesi, tarihsel olarak güç ilişkilerinin bir yansımasıdır. Eril iktidar yapılarının egemenliğindeki bu bakış, kadının tarihsel olarak toplumdaki rolünü sınırlayan bir araç olmuştur.

Günümüzdeki Akademik Tartışmalar:

Günümüzde, erkeklerin ve kadınların yönelimleri üzerine yapılan akademik tartışmalar daha çok post-yapısalcı ve feminist teoriler etrafında şekillenmektedir. Judith Butler, toplumsal cinsiyetin sabit bir kimlikten ziyade, sürekli yeniden üretilen ve performatif bir yapı olduğunu ileri sürer. Bu bakış açısına göre, toplumsal cinsiyet, sabit bir kategori değildir; aksine, bireyler toplumsal rollerini sürekli olarak yeniden üreterek, toplumsal yapıları şekillendirirler. Erkek ve kadın arasındaki “rasyonel” ve “duygusal” ayrımı da performatif bir yapıdır ve zamanla toplumsal değişimlere göre dönüşüm gösterebilir. Erkeklerin daha fazla rasyonel düşünmesi ve kadınların duygusal olmaları, biyolojik değil, toplumsal olarak üretilen bir farktır.

Bugün, bu tür kategorilerin sabitliğini sorgulayan bir başka önemli yaklaşım da, Michel Foucault‘nun iktidar ve disiplin teorilerinden doğar. Foucault, toplumsal yapıların bireylerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini ve bu davranışların zaman içinde nasıl disiplin altına alındığını tartışır. Kadın ve erkek arasındaki “rasyonel” ve “duygusal” etiketleri, bu iktidar ilişkilerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu farklılıklar, toplumsal yapılar tarafından sürekli olarak pekiştirilir ve bireylerin kimliklerini inşa etme biçimlerini biçimlendirir.

Erkek ve Kadın Yönelimlerinin Akademik Bağlamda Harmanlanması:

Günümüz psikolojik ve sosyolojik araştırmalarında, cinsiyetler arası farklar, biyolojik determinisme dayalı açıklamalar kadar, toplumsal yapıların da etkisiyle şekillenmektedir. Erkeklerin daha analitik, kadınların ise daha sosyal ve duygusal oldukları düşüncesi, genellikle kültürel normlar ve beklentiler tarafından pekiştirilir. Ancak, psikolojik araştırmalar, bu tür kategorilerin giderek daha fazla esnediğini ve bireylerin hem analitik hem de duygusal yönelimleri bir arada sergileyebileceğini göstermektedir. Carol Gilligan’ın “kadın etik anlayışı” üzerine yaptığı çalışmalar, kadınların duygusal ve sosyal yönelimlerinin, empati ve bağ kurma gibi değerlerle ilişkilendirildiğini öne sürer. Ancak Gilligan’ın savunduğu üzere, bu duygusal özellikler de toplumsal koşulların bir sonucu olarak şekillenmektedir.

Erkeklerin rasyonel düşünme biçimi ise, genellikle analitik düşüncenin üstünlüğü olarak tanımlanır. Ancak son yıllarda, erkeklerin duygusal zekâlarının, ilişkilerdeki etkili yönetim ve kişisel gelişim bağlamlarında giderek daha fazla değer kazandığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla, “sök tak” anlayışı, toplumsal cinsiyet rollerinin aşılması ve bireysel farklıkların öne çıkmasıyla daha fazla değişkenlik göstermektedir.

Gelecekteki Kuramsal Etkiler:

Toplumsal cinsiyetin geçirdiği dönüşüm, gelecekte daha geniş bir toplumsal değişim sürecini de işaret etmektedir. Gelecekte, erkek ve kadın arasındaki geleneksel ayrımların daha da belirsizleşmesi ve cinsiyetin toplumsal olarak daha esnek bir kategori haline gelmesi beklenmektedir. Bu, bireylerin sadece biyolojik cinsiyetlerine değil, aynı zamanda toplumsal olarak inşa edilen kimliklerine göre daha özgür bir şekilde davranmalarına olanak tanıyacaktır. Simone de Beauvoir’in “Kadın Nedir?” adlı eserinde belirttiği gibi, toplumsal cinsiyetin toplumsal bir inşa olduğunu kabul etmek, bu inşa sürecini de daha da esnek hale getirebilir.

Sonuç:

Sök tak, toplumsal cinsiyet rollerinin bireysel davranışlar üzerindeki etkilerini ve değişen normları anlatan bir kavram olarak, bireylerin toplumsal yapıları nasıl yeniden şekillendirdiğini gösterir. Erkeklerin rasyonel, kadınların ise duygusal olduğu anlayışları, toplumsal yapıların ürettiği kalıplardan başka bir şey değildir ve bu kalıplar zamanla değişebilir. Gelecekte, toplumsal cinsiyetin daha esnek ve performatif bir kimlik olarak görülmesi, bireylerin daha özgür bir biçimde kendilerini ifade etmelerini sağlayabilir. Bu değişim, toplumsal yapılar içinde önemli bir dönüşüm yaratacak ve cinsiyet farklarını giderek daha az belirleyici bir faktör haline getirecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
holiganbetholiganbetpubg mobile uccasibomelexbet yeni giriş adresi